Boğaziçi Starbucks İşgaline Benden Destek

Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri 6 Aralık günü kampüslerinde yeni açılan Starbucks’ı işgal ettiler. Dertlerinin ne olduğunu kendilerinden dinleyelim:

Bir sorsalar anlatacaktık velhasıl madem onların sormaya niyetleri yok biz anlatalım istedik. Öğrenci ‘yerleşke’mizde yerleşmek niyetindeyiz. Ucuza ve sağlıklı yemek yemek mesela. Bizim olan alanlarda tüketim zorunluluğu olmaksızın var olabilmek; kampüs içinde bedava ulaşım sağlayabilmek, öğrenciliğimizi ‘kanıtlayan’ belgelerimize ücretsiz sahip olabilmek gibi çok temel isteklerimiz var. Bu sebeple Starbucks’ı ‘mesken’ tuttuk ve kendimize ait alanları geri alabilmek adına bir adım attık. Devamını da getirelim diyoruz, salı günü saat 14’te kütüphane önünde toplandıktan sonra, önce rektörlüğe yürüyoruz sonra çayımızı, pastamızı, böreğimizi kapıp (daha neler var neler!) Starbucks’a şenliğe gidiyoruz. Eee madem buralar bizim ‘yerleşkemiz’, biz de artık yerleşelim.” 

Çok iyi düşünmüşler, çok da iyi yapmışlar, pek de güzel olmuş, güle güle otursunlar. Yalnız “barınma haklarını” unutmuşlar sanki ya da o zaten öntanımlı “İşte böyle buralara yerleşeceğiz yavaş yavaş” diye düşündüler belki de, bilemiyorum. Bütün dünyada işgal eylemleri sürerken, niye biz de böyle şeyler olmuyor acaba, diye kara kara düşünen ben için de sevindirici bir haberdi, en azından bir yerden başlamıştı işte, gerisi de gelir zamanla diye düşünüyor idim. Sonra kendi öğrencilik yıllarımda Beytepe kampüsünde yaşadıklarımız aklıma geldi. O zaman hadi gelin size bir anımı anlatayım:

Yıllar yıllaaar önce üniversiteye ilk geldiğim sene bölümümüzün en üst katı büyükçe bir ortak kantindi. Bölümün idari personeli tarafından bir kooperatif gibi işlettiliyordu, sanırım. Menü de sadece poğaca ve çay vardı, çayını da poğaçanı da kendin alır, parasını da kendin koyardın çoğu zaman. Sabahları akademik personel ve öğrenciler burada birlikte çaylarını içerlerdi. Dersten çıkan öğrenciler buraya gelir ders notu alır verir, sohbet eder, ders dışı vakitlerinin çoğunu burada geçirirlerdi. Sonra bir gün bu vergisiz, ihalesiz, haraçsız ortam rektörlüğün gözüne battı ve kantin boşaltıldı. Bir süre daha öğrenciler çaysız ve poğaçasız buraya gelmeye devam ettiler ancak sonunda bu imkan da ortadan kalktı. Bu boş atıl alanın, hayli kalabalık ve sıkışık olan bu bölümümüzde iştahları kabartması çok sürmedi ve burası sonunda bir anabilim dalının mekanı oldu.

Artık öğrencilerin bölüm içinde sosyalleşebilecekleri bir ortam kalmamıştı, üst sınıflarla hatta hocalarıyla tanışacakları, ders notları alıp verecekleri, hocalar hakkında tüyolar alabilecekleri bir yer yoktu. Artık çoğunlukla ancak kendi sınıfından arkadaşları olabilirdi. Bundan sonra herkes kendi meşrebine uygun sayısı az, bölümden uzak kantinlere dağıldı. Biz Yıldız Amfinin altındaki Çiğdem Kafe‘deydik, sanırım öğrencilik hayatımın çoğu burada geçmiştir. Hey gibi günler hey, adeta bir amca edasıyla nostalji oldum şimdi. Bildiğiniz sıradan öğle saatleri bol gürültülü, sıkışık/samimi, kapalı ortamlarda sigaranın içilebildiği barbarlık zamanlarının bir kantiniydi işte. Ehh o kadar zaman geçirince işletmecisiyle, çalışanıyla da ahbap oluyorduk, haliyle. Kim kimin sevgilisi, kimler küs felan hep takip ediyorlardı, çaktırmadan. Bunun ardından üniversitemiz yap işlet devret modelini keşfeti. Kampüs arazisini satıp, pardon kiralayıp, buralarda ODTÜ’nün Çarşısı’nı andıran mekanlar yaratma hevesine girdi: Öyle ya bizim ODTÜ’den neyimiz eksik kalsındı. İlk garabetin adı City Center‘dı. Bunu başkaları izledi. Ancak yan yana dizilmiş her mutfağından ayrı ayrı kokuların birbirine karıştığı, baktığın her noktada seni esir almaya çalışan ekranlar ve ekranlardan tamamen alakasız iğrenç müziklerin bangır bangır çalındığı mekanlar herkesin zevkine uygun değildi. Ya da daha basiti insanlar kendi bölümlerindeki kantinlerden buralara gelmeye üşeniyorlardı. Ne var ki bu yeni mekanların sahipleri yapmak için o kadar para saydıkları binalardan yeterince kâr edemiyordu. “Hiç hoş deYıl!” diye içinden geçirmiş olsa gerek, o zamanın piyasanın gizli eline derinden iman etmiş Rektör’ü. Böylece bölüm kantinleri ve küçük işletmeler kapatılmaya ve öğrenciler bu mekanlara kanalize edilmeye çalışıldı, başarıldı da. Ben mezun olduktan sonra yıllarımı geçirdiğim Çiğdem Kafe de kapatıldı. Çiğdem’in kim olduğu sorusuysa hala bir sır. En son ben bıraktığımda Beytepe öğrencilerinin koca kampüste, müşteri hem de “Öğle saatlerinde ders çalışmak yasaktır” müşterisi olmadığı sadece bir tek yurt kantini kalmıştı. Hiç unutmam bölüm başkanlığını yeni devralmış akademisyenlerden birine, bu kantin ihtiyacından bahsettiğimde, heyecanla onun olamayacağını ama Coco Cola makinesi alacaklarını söylemişti. Ben de donakalıp; “Kime konuşuyorum yareppim.” diye içinden geçirmiştim. Bu da böyle bir anımdır işte.

Velhasılı kelam, kantin deyip geçmeyin, bu bir Starbucks meselesi değil, üniversitelerin sermaye teslimine artık bir yerde dur denmesi meselesidir. Emek Sinemasının yıkılıp yerine iş merkezi yapılması İstanbul için ne demekse, üniversite kantinlerinin Starbucks’a dönüşmesi de benim gözüm de aynı şey. Yok olan sadece kantinler değil onun çevresinde kurulan yaşantıdır da. Öğrenci hayatını ortadan kaldırılıp yerine bir fast-food müşteriliği koyma çabasıdır, İstanbullular bilmez ama “Hocam, müesesemizde ders çalışmaz mısınız, lütfeeen!”dir, bunun varacağı yer ve her türlü karşı çıkılmalıdır. “Ulan burası üniversite, istediğim yerde çalışırım.” demek de öğrencinin en tabii hakkıdır.”İstediği yerde çalışmamak da hakkıdır tabii onu da unutmayalım, mesela ben en çok çalışmama hakkımı kullanmışımdır

Bu yazıyı bu sabah yazmaya başlamıştım şu saate kadar “kahve alma özgürlüğümüz” tadında laflar ortada dönmeye başladı. Hayretle izliyorum, hayretime hayret etmeyi de ihmal etmiyorum. Bu özgürlük savaşçıları “Freedom!” diye  haykırarak diğer on yüz milyon Starbucks’tan birine defolup gidebilirler, Starbucks aşkınız için azcık yürüyün, açılırsınız hem beyninize oksijen gider. Ya da aşk mektubu yazın Starbucks’a hemen kampüsün çıkışına kondursun kahvehanelerinden birini, onu da ben mi düşüneceğim lan. Ama siz öğrencinin ucuz yemek yeme özgürlüğünü düşündünüz mü hiç? Cebindeki paranın o gün karnını doyurmaya yetip yetmeyeceğini dert etmesi umurunuz da mı? Değil mi? Tüküreyim o zaman sizin kahvenizin içine!

Starbucks Şenlikçisi arkadaşların bir bloğu bir de twitter hesabı var, mutlaka takip edin, destek verin, derim ben. Ahkâm kesecekler de önce bir baksınlar da sonra kessinler ahkâmlarını.

PS: Çok uzun oldu gene, hem de hızlı oldu bu sefer.

Yazar: Murat Gülsacan

Ex-biology, current philosopy student. Philosophy of Science, Philosophy of Biology, Darwinism and Creationism, Science and Religion, Science and Technology Studies

“Boğaziçi Starbucks İşgaline Benden Destek” için 3 yorum

  1. öfkelisin… öfkeliyim… öfkeli… aç sınıfların laneti… aç sınıfların laneti, starbaksçıların üzerine olsun o bu defa…

  2. Mükemmel bir yazı olmuş. Neredeyse yirmi yıldır her meşrpeten insandan üniversitelerin özelleştirilmesi süreci ile ilgili bir şeyler dinledim , bir torba da yazı okumuşumdur, mevzuyu bu kadar hoş biçimde analiz edenini
    hatırlamıyorum. Okuyunuz, okutunuz…

gul için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.